Altı kat kadro değerine güvenip, yürüyerek maç kazanamazsınız. İşte geçtiğimiz sezonun mücadeleci takımı geri döndü. Beşiktaş bizim rakibimiz değildi. Ben bu maçın karşısına 1 puan koymuştum, fazlası oldu. Hep söyledim, ‘Erhan gibi bir kalecin varken dışardan iki kaleciye dünyanın parasını vermek, büyük hatadır’ diye. Ne oldu, onlar kenarda otururken bizim kaleci duvar örmeye devam ediyor. Milli takıma Berke’nin yerine alınacak kaleci Erhan’dır.

Takımın tamamı mücadele yönünden her şeyi yaptı. Zincirin en zayıf halkası Pereira’dır. Pimi çekilmiş bomba gibi ne zaman penaltı yapacak diye bekliyorsunuz. Ölçüsüz ve fazla sayıda faul yapması da kart riskini artırıyor. Yarın o bildiğimiz hakemlerden birine denk gelirsek, böyle bir tehlikenin  olduğunu iyi bilelim. Elbette takım olarak iyiydik ama Erhan dışında da sivrilenler vardı. En başa hocamız Hüseyin Eroğlu’nu yazalım. Tongya, Göktan, Thalisson ve her zaman olduğu gibi Goutas en çok parlayanlardı.  

Kimsenin şüphesi olmasın bu sezon ligde zorluk çekmeyiz. Bizim esas sorunumuz saha dışındadır. Bu da büyük borçlanmadır. İşte en yetkili ağızdan duyduk; “Mayıs ayına kadarki ihtiyaç 700 milyon lira” diye.

Peki buraya nasıl geldik ?

Yanlış transferlerden sürekli bahsediyoruz, hâlâ menajer arkadaşlarını öne çıkartanlar olduğunu duyuyoruz. En kıt kaynaklarımızın olduğu bir dönemde paraların nasıl savrulduğunu gördük. Elbette sadece peşinata giden para savrulmuyor, kulüp büyük bir mali yük altına da sokuluyor.

Son gelen haber Aias Aosman’nın Gençlerbirliği’ni FIFA’ya şikayet etmesi ile ilgilidir. Kurul oyuncuya 318 bin euro ödenmesine karar verrmiş. Buraya kadarı haberin normal kısmı ve başımıza gelen sıradan olaylardan biri. Yönetim, Aosman’ın sözleşmesini sakatlık nedeniyle feshettiğini ileri sürmesine rağmen, sunulan fesih belgesinde tarih ve geçerli imza bulunmaması sebebiyle itiraz reddedilmiş. Üzerinde tarih ve imza bulunmayan belgenin tuvalet kağıdından farkı yoktur. Hazin bir durumdur ama nasıl yönetildiğimizi gösterir.  

Sayın Ünlü’nün herhalde bu konuda söyleyecekleri olmalıdır !

Konumuza dönecek olursak; menajerin genellikle kendi çıkarını düşüneceğini baştan bilmemiz gerekiyor. Müşteriyi kaybetmek istemeyenler de arada sırada işe yarar futbolcu önerebilir. Ben bunları mostra tezgah düzenleyen seyyar satıcılara benzetirim. Size teşhirin ön yüzünü gösterir, arkadaki çürük çarığı torbanıza doldururlar. Veya toplu meyve sebze alımı yapan mübayacıya ortaklık teklif eder (!) ve perakende şirkete malı birlikte çakarlar. Menajer oyunları da bundan çok farklı değildir. Bu konuda bolca örnek vardır ve zaten çöp transferlerin hiçbirisini eksik bırakmadan buradan zamanında açıklamaktayız. Açıklamaya da devam edeceğiz.

Bir yönetimde futboldan anlayan bir yönetici yoksa menajerlerin en sevdiği ortam kendilerine sunulmuş demektir. Hele bir de bu renklere aidiyet duyan yönetici eksikliği varsa kulübün menfaatlerini önde tutmak kolay olmaz.  Kulüp dışına çıkalı 21 sene oldu, çoğunluk gitti ben taraftar olarak burada kaldım. Fenerbahçe gibi bir semtte Gençlerbirliği bayrağını binamıza  asabiliyorum. Özellikle de eskiden çok yendiğimiz Fenerbahçe ile oynadığımız maçlardan sonra…

Benim danışmanı olduğum çevreci bir vakıf  “Gençlerbirliği’ni AOÇ’de işgalci” olarak gösterince bunun doğru olmadığını bir İstanbul gazetesinde yazabildim.

Üstelik işimi kaybetmeyi de göze almak pahasına mesela…

Siyasetle hiç işim olmaz ve kimseye de bu pencereden bakmam. Elbette bütün taraftarlarımızdan da aynı tavrı beklediğimi uzun yıllardır yazıyorum.

Ancak başka kulüplerin taraftarı olduğu ve bununla övündüğü halde, hatta arabasının rengini, plakasını o bağlı olduğu takıma göre ayarlayan ama aramızda bulunanlara farklı bakışım var. Bu durum yeni de değildir. Aynı yönetimde yer aldığım Adil kardeşimin GS plakasına da takıldığım gibi…  

Kulübe profesyonel yönetici alıyorsanız (örneğin sportif direktör), bunun görev tanımı olması ve o görev tanımına uygun da özgeçmişe sahip olması gerekir. Aynen Ali Ekber Düzgün özgeçmişinde olduğu gibi

Araştırdım, yeni sportif direktörün ticari faaliyeti ve futbolculuğu dışında, ‘eğitmek ve yönetmek’ konusunda ne birikimi olduğunu öğrenemedim.

Şimdiye kadar açıklanması gerekirdi ama ben bir kere daha hatırlatmak istedim.

Sonuç olarak; yönetim kurulu içinde taraftar bulundurmak zorundayız. İşte aksi durumda neler olduğunu gördük. Biz bu imzaları toplamasaydık kongre kararı aldıramazdık. Buradan, bu aidiyet duygusu ile hareket edip imzalarını veren bütün renktaşlarıma teşekkür ediyorum. Özellikle de sürekli eleştirdiğim kendi grubumun (İstanbul) fire vermeden imza kampanyasına katılımını da takdirle karşılıyorum.